top of page

İnceleme: Alper Kul - Dışarıdakiler

"sahibine geri ver"

Kapak Tasarımı: Gilas Coşkun

Bugün sizlere Oyuncu ve Yazar olan Alper Kul’un kaleme almış olduğu “Dışarıdakiler” isimli kitabından bahsedeceğiz. Başlarken şunu söylemek lazım ki Alper Kul oyunculuk kariyerinde elde ettiği birçok başarım gibi bu yapıtı ile de okuyucularında iz bırakacağa benziyor. Aramızda kendisini ismen tanımayanlar varsa bile bir çoğumuz onu Güldür Güldür sahnesinde canlandırdığı “İsmail” isimli karakterlerle biliyoruz.

Kitabın kendisinden biraz bahsetmek gerekirse; ilk önce dikkatimizi çeken tabi ki yayınevi. İnkılap Kitabevi’ne, kendimize unuttuğumuz soruları sordurup tekrar düşünmemize sebep olan bu kitabı okuyucusu ile buluşturduğu için çok teşekkür etmek gerek.

Editör olarak Gülşen İşeri, Yayıma Hazırlayan olarak Günnur Aksakal, Sayfa Tasarımında yer alan Şenol Alanbay, kitabın ana öğesi olan hikâyesini kadar, algısının da okuyucuya geçmesini sağlamayı başarmış.

2020 basımı kitabın kapak tasarımı Gilas Coşkun’un elinden çıkmış. Kitaba başlarken kapaktaki öğeleri incelediğimizde okurken karşımıza çıkacak birçok obje ve mekânın bir kompozisyonu olduğunu hemen sezinleyebiliyoruz. Bu kompozisyonda kitapta kendisine yer bulmuş, ulu porsuk ağacı, iki dünya arasındaki geçit, bozulmamışlığı ile insanları kucaklayan renkli vadi; doğalı ve doğallığı bozan, kendini tekrar eden çarpık siyah yapılar gibi öğeler kullanılmış. “Sahibine geri ver” ibaresi ise merak uyandırıcı.

Arka kapağını incelediğimizde ise algımızı o yöne çeken birkaç soru, ana karakter hakkında ufak bir bilgi ve bizi 304 sayfalık bu ütopik hikâyeye hazırlayan kitaptan bir alıntı ile maceramız başlıyor.

Kitabın konusuna değinecek olursak, arka kapakta da bilgisi verilmiş olan mühendis Demir, çıktığı bir iş seyahatinde yaşadığı, hiç umulmadık bir şanssızlık sonucu -şans mı şanssızlık mı buna kitabı okuduktan sonra siz karar verin- kendisini ütopik bir topluluğun içinde bulur. Başlarda bu topluluğa ayak uydurmak için çok uğraşan Demir orada geçirdiği zaman içerisinde unutulmuş, hatta günümüzde hiç adı bile geçmeyen toplumsal değerlerin, geleneklerin uygun koşullar altında bir topluluğun nasıl anayasasına dönüşebileceğine şahit olur. Hayal bile edemeyeceği bu durum karşısında onu bugünlere taşıyan gerçeklerini ya da hayatın gerçeği diye bildiği doğrularını sorgulamaya başlar. Ama bu ütopik dünyanın günümüzün evrimleşmiş insanından uzak kalmış olması her ne kadar sakinlerini korumuşsa da “Dışarıdakiler” ile olan bu ilk temas durumu tersine çevirir. Demir, insanları eski yaşamlarına tekrar kavuşturmak için orada tanıştığı iki arkadaşıyla birlikte günümüz dünyasına dönmek zorunda kalır ama grup olarak olaylar planladıkları gibi gelişmez. Aksilikler birbiri ardına gelir. Demir vadi de ki insanlar için koştururken arkadaşları da modern dünyanın içerisinde kısa bir süre içinde olsa kendi mücadelelerini, algı savaşlarını verirler.

Alper Kul bu kitapta ilk önce günümüz insanını bir ütopya ya davet ederek okuyucuya “Keşke…”, daha sonrasında ise saf ve temiz duyguları olan insanları günümüze davet ederek “Ne olur…” ile başlayan cümleler kurdurmayı başarıyor…

Ana karakterleri Demir, Fidan ve İsmail olarak sıralayabiliriz. Bu üç karakteri sırasıyla birer kelime ile tanımlamak gerekse düşünce, his ve duygu kelimelerini kullanabiliriz.

Demir, yüz binlerce kişinin yerinde olmak isteyebileceği, dünya çapında bir şirketin Türkiye’deki faaliyetlerinden sorumlu başarılı bir mühendistir. Karakter olarak ilişkilerinde dışa dönük ve rahattır ama geçmişinden bugününe gelirken verdiği varoluş savaşında birçok şeyi içine atmak, bastırmak zorunda kalmıştır. Hikâye içerisinde onu bugüne getiren gerçekleri, bilindik habitatından ayrılmasıyla yıkılır ve savunmasız kalır ama zeki bir insan olduğu için bu duruma uyum sağlayabilmesi çok zaman almaz.

Fidan, bulunduğu dünyaya bazı yeteneklerle gelmiş ve bunun farkında olan birisidir. İçinde bulunduğu topluluğa uyum sağlamak ve ötekileştirilmemek için bu yetenekleri vasıtası ile edindiği deneyimleri sadece köyün bilgeleri ile paylaşır. Bu yükü kendisinde taşıyabilecek kadar cesur ama bir o kadar da kırılgandır. Temiz ve düzenli olmayı sever. Bulundukları topluluk içerisinde hem kardeşleri hem de diğer insanlar tarafından sevilen bir karakterdir. Doğaya aşıktır. Üzerinde yaşadığı dünya, en değer verdiği şeydir. Yetiştiriliş gereği içe dönüktür, öfkesini kolay şekilde dile getiremez.

İsmail, iri cüssesi ve kaslı vücudu ile gerçek anlamda dirayetli bir savaşçıdır. Koruma içgüdüsüne sahiptir ve o şekilde yetiştirilmiştir. Çevresindekileri her daim kendisinden önde tutar. Köyün erleri arasında gözde olmasına karşın geçmişinde agresif ve sinirlidir. Öfkesini de sevgisini de çok yüksek notalarda yaşar ama sevdiğine kavuşabilmek için köyün bilgelerinden duygularını kontrol etmeyi öğrenir. Yazar ise, üzerindeki tüm baskıya ve şiddete rağmen duyguları ve inancı uğruna bu konuda İsmail’in belki de ermişlik seviyesine geldiği anı da bize yaşatmayı ihmal etmemiş. İsmail’in hayatta en değer verdiği şey sevgilisi Seher’dir. Zora düştüğü birçok anda kavuşma arzusu ve aşkı tek motivasyonudur. Her ne kadar gözünü budaktan sakınmayan bir insan olsa da söz konusu duygular olduğunda küçük bir çocuğun temiz kalbini taşımaktadır.

Mekân olarak yazar Karadeniz’in eşsiz güzelliğine vurgu yapmış. Trabzon dolaylarında geçen bu hikâyede doğayı neredeyse her sayfada hissetmek mümkün. Verilen detaylar hikâyenin gelişimine yönelik olduğu için sıkıcı bir hava yaratmıyor. Betimlemelerin fazla detaylandırılarak ana fikrin dışına çıkılmaması bir artı olmuş.

Kitaptaki hikâye günümüzde geçmesine rağmen, yazar iki farklı zamandaki yaşayış algısını başarılı bir şekilde işlemiş. Bir modernizasyona gerek kalmadan bu zamanlar arasındaki geçiş ve bu geçişin karakterler üzerinde oluşturduğu etki üzerine ayrıca bir yazı bile yazılabilir. Kısaca bahsedersek, Demir bahsi geçen ütopik dünyaya girdiğinde bir şok ve adaptasyon problemi yaşıyor ama bu durum Demir için altından kalkılamayacak bir hal almıyor. Daha sonra yoldaşları ile kendi zamanını tecrübe ettiklerinde ise asıl duygusal karmaşa yaşanıyor.

Anlatımda yazar sade bir dil kullanmış. Yöre halkının şivesine ya da yöresel kelimelere ise her okuyucuya hitap edecek şekilde yer verilmiş olması kitabı yorucu olmaktan çıkartıyor. Özellikle kitabın son çeyreğinde bu akıcılığı daha çok hissediyoruz. Zaman zaman ana karakterin söze dahil olması ise anlatıma farklı bir hava katıyor, duyguda geçişi sağlayabiliyor. Bu özelliklerini düşündüğümüz de “Dışarıdakiler” kalın kitap filtresine takılmıyor.

Roman türünde yazılmış olan bu eserin ise ana fikrinde doğayla mücadele, doğaya karşı yaşam, doğada yaşam değil “Doğa ile Yaşam” yatmakta…

Sonuç olarak, “Dışarıdakiler” herkesin kesinlikle okumasını tavsiye ettiğimiz bir kitap olarak kitaplığımızın üst raflarında kendisine yer buldu. Bir sonraki yazımızda görüşene kadar sizleri yaşadığımız dünyanın sahibinin kim olduğunu tekrar düşünmeye davet ediyorum.


Görüşmek üzere…


124 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Anı: Göç

bottom of page