top of page

Masal: Mutluluğun Süpürgesi

Güncelleme tarihi: 12 Şub 2021


Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Pireler berber iken develer tellal iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken çok uzak bir ülkede mutluluğu hiç bitmeyen insanların olduğu bir köy varmış. Bu köyde insanlar o kadar ama o kadar mutluymuş ki, aralarında hiçbir hır gür çıkmazmış. Hatta ne şimdi ne de köyün tarihinde, kaşlarını çatmaktan dolayı bir kişinin bile yüzünde bir kırışıklık ne görülmüş ne duyulmuş. Dereleri şarkı söyleyerek berrak akan, kurbağaları derede yüzerken balıkları ürkütmemek için suya zıplamadan salan bu diyarın gizli sırrı ise bir cadıda saklıymış. Bu cadı her gün elektrikli süpürgesine biner, havadaki bütün olumsuzlukları süpürüp yerlerine müzik notaları bırakırmış. Bu notalar rüzgârda sürüklenip insanların kulaklarına takılır, buradan bir huninin içinden geçen su gibi insanların içlerine dolarmış. İnsanların kalplerinden taşan kibarlık, nezaket ve iyilikler birbirlerine söyledikleri güzel sözlere, bir şairin kaleminde şarkılara, bir eşlerin birbirlerine ettikleri iltifatlara dönüşürmüş. Gün içerisinde bütün olumsuzlukları süpüren cadı, akşamları güneşten aldığı sevgiyi dünyaya yansıtıp, geceyi aydınlatan ay ışığında şarj olması için süpürgesini evinin çatısına park etmeden önce, gökyüzünde bulutları pofurdatır, eğer hüzünlü bulutlar denk gelirse içlerindeki yağmuru büyüyen ekinlerin olduğu tarlalara boşaltırmış. Bu yağmurla büyüyüp serpilen buğdaylar, arpalar, yulaflar da rüzgârın içerisindeki müzik notlarından nasibini alır, estikçe nazikçe dans ederlermiş.

Günlerden bir gün, cadı günlük işini bitirmiş inşalara dağıttığı mutluluğun keyfiyle şöminenin karşısında kitap okurken, dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses duyulmuş. Korkudan elindeki kitabını düşüren cadı, koşarak pencerenin önüne gelmiş. Bir de ne görsün, kocaman bir dev homurdana homurdana evine doğru geliyor, attığı her adımda yer sallanıyor, yaklaştıkça bu sallantı daha da artıyormuş. Mutfakta asılı olan tencereler, tavalar birbirine çarpmaya, dolaplardaki fincanlar yerlere düşmeye başlamış. Cadı evini ezip geçmemesi için koşup evin çatısına çıkmış, ellerini ağzının iki tarafında tutarak tüm gücüyle deve seslenmiş.

- Ey dev, koca dev, ayakları yerde dağ, saçları gökyüzünde bağ dev. Nereden gelip nereye gidersin? Niyetin yürüyüp geçmek midir yoksa ezip geçmek midir?

Dev cadının bulutlardan yankılanan sesini duymuş, son adımını atmadan bir ayağını diğerinin yanına koymuş. Cadıyı daha iyi görebilmek için yere eğilip dizlerini yere, ellerini dizlerine koymuş. Ama bu anda yeryüzü devin ağırlığıyla bir kere daha sarsılmış ve cadının ayağı çatını kiremitlerinden kaymış. Çatıda sürüklenen cadı, bir anda kendisini devin kocaman ama yumuşacık avucunun içinde bulmuş. Onu nazikçe yere bırakan dev cadının sorularına cevap vermiş.

- Ey cadı, mutlu cadı, yürüdüğü toprağa çiçekler, uçtuğu yerlere güneşler saçan cadı. Mutsuzluk adasından gelip, etrafa bakarım. Ne konup göçmek ne de ezip geçmektir niyetim, ben her yerde seni ararım.

Cadı duyduklarına ilk önce şaşırmış ama devin sakin sakin karşısında oturduğunu görünce onun niyetine inanmış. Devin anlattığına göre yedi dağ, yedi deniz, yedi ova, yedi dere uzakta mutsuzluk adası diye üzerinden koyu bulutlar hiç eksik olmayan, yerleri çamur ve taşlık, yaşayanları hem kırgın hem de birbirlerine kızgın devler olan bir koca ada varmış. Burada yaşayanlar hiç konuşmaz, kavga etmedikleri zamanlarda sırtları birbirlerine dönük otururlarmış. Çok havanın karardığı biz zamanda bizim dev güneşi geçirmeyen bulutlara çok kızmış. Onlara ulaşıp kavga etmek için adanın kenarında yüksek mi yüksek dağa tırmanmaya karar vermiş. Dağın eteklerinde ağaçlar, kayalar geçmiş. Baş bulutun en yukarıda olduğundan eminmiş. Eğer onu kavgada yenerse tüm bulutları yenmiş sayılacağından dağın en yüksek yerine çıkabilmek için yürüyemediği yerden sonra tırmanmış, tırmanmış, tırmanmış. En tepeye ulaştığında etrafından bulutlar çekilmiş. Ama dağın zirvesinde kendisinden başka kimse yokmuş. Bu duruma olduğundan daha çok sinirlenen dev olduğu yerde zıplamaya ayaklarıyla yeri ezmeye başlamış ama ummadığı bir anda ayağının altından bir kaya kayıvermiş ve aşağı doğru yuvarlanmaya başlamış. Dağ adanın kenarında olduğu içinde en sonunda yaşadığı yere yere değil denize düşmüş ve akıntıda sürüklenmeye başlamış. Bu seferde onu denize düşüren adaya sinirlenip ondan uzaklaşmak için tam aksi yöne yüzmeye başlamış. Günlerce yüzen dev en sonunda daha önce hiç görmediği canlıların olduğu, yeşil çimenlerin, mavi gökyüzüyle buluştuğu bir yere ulaşmış. Asıl garip olansa içinde bu zamana kadar hiç hissetmediği, kalbinin daha hızlı atmasını, aldığı nefesten keyif almasını sağlayan bir garip bir duygu varmış. Bu duyguyu çok seven dev o günden sonra nerede bu duyguyu daha çok hissediyorsa o yöne doğru yürümüş.

Bir gün yüzerek geçtiği bir denizde batan bir gemi görüp hemen yardım etmiş. Denizde kaybolmaktan kurtulan insanlar korkmak yerine onunla arkadaş olmuşlar ve ona kendi dünyalarıyla ilgili her şeyi anlatıp öğretmişler. İçerisindeki hisse “mutluluk” denildiğini de bu şekilde öğrenmiş. Zamanla yolculuğuna devam ettikçe kalbi mutluluk pusulasına dönen dev bu durumun adadan uzaklaşmasından değil, mutluluğun kaynağına yakınlaşmasından dolayı olduğunu anlamış ve bu kaynağı bulup kendi gözleriyle görmek için aştığı yedi dağ, yedi deniz, yedi ova, yedi dere sonrasında kendisini burada bulmuş.

Devin hikayesinden çok etkilenen cadının gözleri dolmuş.

- Ey dev, kendi gibi yüreği de koca dev, hikayesi gökyüzünden yüce dev. O zaman hoş geldin, umarım buralarda aradığını bulursun, herkesten her şeyden çok mutlu olursun, diyerek devi kendi diyarına kabul etmiş.

Cadının evinin yanında yaşamaya başlayan dev, onun süpürgesinden çıkan notalar üzerine yağdıkça mutluluğuna mutluluk katıyormuş. Günler geçtikçe cadı ve dev çok iyi arkadaş olmuşlar. O zamana kadar hiç arkadaşı olmayan cadı zamanının çoğunu devle birlikte geçiriyormuş ama ikisinin de fark etmediği bir şey varmış. Devin vücudu çok büyük olduğu için üzerine notaları yağdırana kadar süpürgenin şarjının çoğu bitiyor, köy için birkaç notadan başka bir şey kalmıyormuş. Zaman geçtikçe insanlar huzursuzlaşmaya, birbirlerini kıskanmaya başlamışlar. Eskiden kırlarda oyun oynayan, çiçek toplayan çocuklar artık evlerin camlarını kırmaya, buna sinirlenen ebeveynler birbirileriyle kavga etmeye başlamışlar. Şairler eleştiriden, arkadaşlar küsmekten başka bir şey konuşmaz olmuş. Güneşten ve sıcaktan kavrulan buğday, arpa ve yulaflar boyunlarını bükmüş ama çaresiz şekilde beklemeye devam etmişler.

Cadı bir sabah uyandığında köyün üzerinde yükselen kapkara ve kocaman bir bulut görmüş. Ne olduğuna bakmak için hemen çatıya çıkıp elektrikli süpürgesine atlamış ama gördüğü şeyler onu çok üzmüş. Birbirlerine kızan iki adamdan biri öbürünün tarlasını yakmış, öbürü de bunu duyar duymaz oraya koşmuş. Tarlanın başında iki koca insan kavgaya tutuşmuşlar. Aceleyle tarlanın üzerine bir yağmur bulutu getiren cadı ilk önce yangını söndürüp daha sonra havadaki tüm olumsuzluğu süpürmeye, arkasında rüzgâra karışan notalar bırakmaya başlamış. Köyün üzerinden geçerken birbirlerine bağıran insanlar, kapılarını çarpan komşular görünce ne olduğunu anca anlayabilmiş. İnsanların morallerini geri kazandırmak, onları mutsuzluktan arındırmak için o kadar çok zaman harcamış ki eve dönerken şarjı biten süpürgesini omuzunda taşımak zorunda kalmış.

Cadı o gece gün doğana kadar şöminesinin başında bu zamana kadar ne yapacağını düşünmüş. Bir yanda yıllar sonra kazandığı arkadaşı, öbür yanda kendisine ihtiyaç duyan insanlar. Bu ikisi arasında karar vermek için bütün gece odanın içinde dönüp durmuş. İşin içinden çıkamayınca bir çözüm aramak için kocaman kütüphanesini karıştırmaya başlamış. Kütüphanenin en kalın, en tozlu kitabını indirip sayfalarını tek tek okuyup, en sonunda bir çözüm bulup, kitap elinde dışarı çıkmış.

Yol kenarından aldığı irice bir taşı önce kucağına alıp iyice sarılmış, sonra önüne koyarak kitaptaki sihirli sözcükleri okumaya başlamış. Cadı sözcükleri tekrarladıkça taş büyümüş, ufalanmış, büyümüş, ufalanmış en sonunda o kadar büyümüş ki cadının evinin yanında kocaman bir tepe haline gelmiş. Sonra devin yanına gidip onu uyandırmış.

- Ey dev, koca dev, eskiden yabancıyken şimdi arkadaş, her günüme yoldaş dev, bak sana koca bir tepe yaptım, içerisine sevgi ve sihir kattım, merak edersen burası neresi, burası artık senin diyarın mutluluk tepesi.

Bu sözleri duyan dev mutluluğu dünyaya yayan birisinin kendisine koca bir diyar armağan etmesine çok sevinmiş ve koşarak bu tepeye doğru yola koyulmuş. Dev kendi boyunda ağaçların arasında kaybolmadan önce arkasını dönüp cadıya seslemiş.

- Ey cadı, mutlu cadı. Elleriyle yön, sevgisiyle taşa hayat veren cadı. Söz sana bu tepede yaşadıkça hep seni anacağım, karşılaştığım herkese gerçek mutluluğun arkadaşlık olduğunu anlatacağım.

Dev ağaçların arasında yürümüş ve ormanın derinliğinde kaybolmuş. Arkadaşı gözden kaybolan cadı arkasından el sallamış ve mutluğun peşinde bu kadar yol geldikten sonra onu bulabilmesine çok sevinmiş. Koşarak evin çatısına çıkmış ve elektrikli süpürgesine atladığı gibi tekrar köylerde yaşayan insanların üzerindeki olumsuzlukları süpürmeye, gökyüzünden notaları insanların üzerlerine saçmaya koyulmuş. Çiçekler tekrar açmış, buğday, arpa, yulaf rüzgârın şarkısını daha iyi duyabilmek için başlarını kaldırıp pofuduk bulutların gölgesinde yağan yağmurla tekrar yıkanmışlar. İnsanlar tekrar içlerindeki sevgi ve nezakete kavuşmuş ve günler bu şekilde geçmeye devam etmiş.

Günler günleri, aylar ayları kovalarmış. Her sabah uyanıp, mutluluk tepesinde yaşayan arkadaşını görmese de orada olduğunu bilen cadı bu tepeye karşı “Günaydın!” diye bağırır karşılığında bir ses gelecek mi diye kulak kabartırmış. Ama beklediği karşılık dev gittiği günden beri hiç gelmemiş. Cadı bir gün yatağından kalkmış ama bu sefer umut tepesine günaydın dememiş. Beklediği karşılığın hiç gelmemesi onu artık üzmeye, meraklandırmaya başlamış. Süpürgesine binmek üzere çatıya çıktığında bir de ne görsün! Mutluluk tepesinin üzerini koca kara bir bulut sarmış, fırtınayla dev boyunda ağaçlar sallanmaya, yeşil çimenlerin arasından çamurlar seller akmaktaymış. Cadı bunun sebebini hemen anlayıvermiş. Bu tepe yapılırken cadı taşa sarıldığı anda ona kalbini vermiş ve devi aslında bir tepede değil kendi kalbinde yaşamaya göndermiş. Ama şimdi dünya üzerindeki herkese, tahıllara bile mutluluk dağıtırken, cadı kendi arkadaşının özlemini çektiği, onu göremeyip üzüldüğü için kalbi fırtınalı, bulutlu bir yere dönüşmüş. En sonunda günaydın demeyi bırakıp umudunu kesince gözlerinden akmayan yaşlar içinde sellere dönüşüp tepenin üzerindeki her şeyi yıkmaya, sulara katıp götürmeye başlamış.

Cadı o gece gün doğana kadar şöminesinin başında bu zamana kadar ne yapacağını düşünmüş. Bir yanda yıllar sonra kazandığı arkadaşı, öbür yanda kendisine ihtiyaç duyan insanlar. Bu ikisi arasında karar vermek için bütün gece odanın içinde dönüp durmuş. İşin içinden çıkamayınca bir çözüm aramak için kocaman kütüphanesini karıştırmaya başlamış. Kütüphanenin en kalın, en tozlu kitabını indirip sayfalarını tek tek okuyup, en sonunda bir çözüm bulup, kitap elinde dışarı çıkmış.

Elektrikli süpürgesini karşısına alıp tek, tek parçalara ayırmış, her bir parçasını özenle itinayla önündeki beyaz çarşafın üzerine dizmiş. Kitapta ki sihirli sözcükleri okumaya başlamış. Sonrasında arkasını dönüp sihirli evini bir bavul haline getirip, bavulunu kaptığı gibi soluğu mutluluk tepesinde almış. Attığı her adımda çimenler uzamış, ağaçların dökülen yaprakları tekrar çıkmış, korkup yuvalarına kaçmış sincaplar tekrar oyun oynamaya, kelebekler ıslanmadan uçmaya başlamışlar. Onun geldiğini fark eden devde bir yandan cadıyı aradığı için karşılaşmaları çok uzun sürmemiş. Karşılaştıklarında kucaklaşmış, uzun uzun sarılmışlar. Etraflarında uçuşan kuşlarla birlikte ormanın derinliğinde kaybolmuşlar ve bir daha mutluluk tepesinde gökyüzü bir daha hiç kapanmamış.

Peki insanlara ne mi olmuş? Cadı sihirli sözcükleri okuduğunda süpürgesindeki parçalar canlanıp kanatlanmış. Küçük parçalar minik kuşlara, uzun parçalar uzun boyunlu kuşlara, kalın parçalar tombul kuşlara, büyük parçalar kocaman kuşlara dönüşüp dünyanın dört bir yanına dağılmışlar. O günden sonra dünyada her nerede bir kuş ötmeye başlasa insanların kulaklarından kalbine mutluluk inen bir mutluluk, huzur, ilham vermeye başlamış.

Gökten üç kuş süzülmüş. Biri devlerin karanlık adasına, biri mutluluk tepesine, birisi de bu masalı dinleyenlerin camına konmuş…
91 görüntüleme0 yorum
bottom of page